Bilim Haberleri,  Bilim ve Teknik,  Çocuk Gündemi,  Deneme,  Kategorisiz,  Kitaplar,  Tarih,  Toplum

Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (3)

Bu yazı bir tarih kurgusudur.
Öykü malum ve gerçek (en azından bize öğretilen kısmı) yakın tarih bilgisinin üzerine inşa edilmiş bir KURGU TARİH’dir. Öyküde adı geçen bazı şahıslar gerçek ve diğerleri tamamen hayal ürünüdür ve gerçek kişiler ile hiçbir alakası ve bağlantısı yoktur. Aynı şekilde kurgu özgürlüğüne sığınarak, gerçek sayı ve istatistikler, olaylar, siyasi ve sosyal gelişmeler, teknolojik keşif ve icatlar, gerçeğe aykırı bir kronolojide öykünün geçtiği zaman dilimine sıkıştırılmıştır. Bu konuda bir hata aramakla uğraşmayın. Öyküde gerçeğe dayanan her bir bilgi dilimi için dip notlarda kaynaklar sunulmuştur.

“ I am not leaving a spiritual legacy of dogmas, unchangeable petrified directives. My spiritual legacy is science and reason. People who will follow us will realize that upon challenging and deeply entrenched obstacles, even though we may not have fully achieved all our goals, we never made a concession and always took science and reason as our guide. Time is passing by so quickly; nations’, societies’, and people’s perception on even welfare and misery changes. In this world, claiming to bring never changing judgment means denying progression of reason and science. What I wanted to do and what I tried to achieve for the Turkish nation is quite evident.
If those people who wish to follow me after I am gone take the reason and science as their guides they will be my true spiritual heirs.”[1]

M. Kemal Atatürk, 1933

Her şey Bir Büyüteçle Başladı (3)

Ekim 2173, Cumartesi, Chicago İllinois ABD,
TC – KDV (TC – Kemalist Düşünce Vakfı) İletişim Merkezi

̶̶ Günaydın dedeciğim. Nasılsın bu sabah? Hayranım sana, biliyor musun? 90 yaşında olmana rağmen hiç bıkmadan TC – KDV de Onur Başkanlığı yapıyorsun ve senden 35 yaş küçük olan genel başkandan daha fazla çalışıyorsun. Hani gözümden kaçmıyor, yakın takiptesin. Ben de senin ayak izlerine basarak hayatımda ilerlemek istiyorum.

̶̶ Berhudar ol evladım. Güzel sözlerinle bir insana gösterilebilecek en büyük saygıyı ve sevgiyi bana gösterdin. Sağ ol, beni çok mutlu ettin. Doğumunda senin ismini koyma şerefini annen baban bana verdiler, Özgür Kemal ismini seçerken yanılmamışım. Doğru yoldasın torunum, seninle gurur duyuyorum.

̶̶ Dur, dedeciğim dur, lütfen. Gözlerim doldu.

̶̶ Dolsun evladım, dolsun. Bu duyguyu yaşamak her insanın öz ihtiyacıdır.

̶ Haklısın dedeciğim. Şimdi sen konumuza devam etmeden sana Murad Ermiş hakkında bir sorum var: Murad Ermiş ve Arif öğretmen neden kendilerine ‘müdürüm’, ‘öğretmenim’ veya ‘hocam’ diye hitap edilmesini istemiyorlar? Tam anlayamadım.

̶̶ Güzel bir soru. Gel bakalım cevabını beraber keşfedelim. Sen üniversitedeki profesörlerine nasıl hitap ediyorsun?

̶̶ O farklı oluyor. Bazılarına isminle, diğerlerine ‘mister’ ve soyadınla, ama hiç birisi profesör, öğretmen, hoca olarak hitap etmemizi istemedi. Ha ha, biliyorum, şimdi neden istemediler diye soracaksın. ABD’de böyle bir hitabe üslubu yok, ben okul hayatımda anaokulundan bugüne kadar rastlamadım yani. İngilizce’de ikinci kişi tekilde Türkçe ’de ki ‘siz’ saygı ve nezaket ifadesinin karşılığı bile yok. Ama Bilim Etiği dersinde Profesör Allbright’ın bir sohbette anlattığı senin soruna yanıt olabilir. Onun soyadını Türkçe ’ye tercüme etmiştim ‘her aydın’ veya ‘tam aydın’ olarak.

̶̶ Neymiş o açıklama?

̶̶ Şöyle anlattı: “Benim Profesör ve/veya Doktor unvanına sahip olmam, öğrencilerle olan ilişkim ve iletişimimde hiçbir önem ifade etmiyor. Bu unvanların ikisi de benim üniversite mezunu olduğumu, başarıyla doktora tezi yazdığımı, en az 5 sene bir üniversitede doçentlik yaptığımı, bilim dünyasında ilmi çalışmalarımla kabul gördüğümü ve benim maaş sınıfımı belirtir. Bu eğitim ve görev özelliğim illa dile getirilmesi gerekiyorsa, ben de öğrencilerime ‘lise mezunu’ veya ‘üniversite mezuniyet adayı’ diyerek hitap etmem gerekirdi.
Kulağa çok saçma gelmiyor mu böyle bir hitabe? Neticede iki insan birbiriyle iletişimdeler, ikisinin de kimliğini ve kişiliğini simgeleyen isimleri var. Eğer ikisi de işini iyi yapıyorsa öğrenci mezuniyeti ile başarı elde ediyorlar. Yani öğreten de öğrenen de aynı hedef için uğraşan insanlar ve eşitler. Bu eşitliği ifade etmek üzere ben ve meslektaşlarımın büyük ekseriyeti unvanlarının her fırsatta zikir edilmesini, ne kendilerine ne de öğretmenliklerine, saygı gösterisi olarak görmüyorlar. Bu anlayış her türlü meslek ve makam unvanları için geçerlidir. Hepsinde bir insanla muhatabız, insana hitap etmek, makam veya unvanına hitap etmekten daha önemlidir. Yani benim öğrencilere aktardığım bilgiler, onlardan profesör olduğum için değil anladıkları için kabul edilmesi önemlidir. Daha da önemlisi ise iki insan unvanlarını, makamlarını ve maddi varlıklarını göz ardı ederek karşılaştığında eşitlik sağlanıyor. Böylece insanlar herhangi bir alt üst mecburiyetinden muaf kalıyor ve ilminde, emeğinde, üretiminde ve sanatında çok daha yaratıcı ve etkin olabiliyorlar.”

̶̶ Helal olsun Mister Allbright’a, muhteşem bir açıklama yapmış. Bravo! Bak şimdi benim gözlerim doldu. Evet sorunun cevabını buldun, zeka küpü torun Bey. Mr. Allbright’ın ismi Joseph mi, elli yaşlarında?

̶̶ Evet! Dede, sen onu tanıyor musun yoksa?

̶̶ Bak Özgür Kemal, şimdi sana bazı bilgiler vereceğim ve bu bilgiler sen iş hayatına başlayana kadar sende kalacak, kimseye anlatmak yok. Senin iş hayatındaki iş yerlerin şimdiden hazırlanıyor. Zamanı gelince sağ kalırsam ben, yoksa baban seninle tekrar konuşacak. Şimdi iyi dinle:

Türkiye Cumhuriyeti bundan tam 200 sene önce 1973’te yine bir 29 Ekimde vatanın haricinde 10 ayrı devlette Köy Okulları ve Enstitüleri kurmaya ve işletmeye başladı. Günümüzde bu ülke sayısı 160, okul ve enstitü sayısı 120 bin oldu. Öğrenci sayısı 200’le sınırlanarak, bugün dünya genelinde bu kurumlarda 24 milyon yerli, yabancı çocuk ve genç okuyor. Okulların yarısında Türkçe ilk yabancı dil, Atatürk Cumhuriyet ve Devlet Teorileri, Türk Tarım ve Teknoloji Tarihi ve etik dersleri mecburidir. Okulların diğer yarısı yerel kanun ve müfredatlarına uygun kuruluşlar ve bahsettiğim 4 ders konuları tercihen öğrencilere veriliyor. Her ülkede bu tesisler TC – KDV, alt yapısında da binlerce Vakıf ve şirketlerden işletiliyor. Türkiye‘dekiler hariç diğer okulların hepsi paralı özel okul niteliğinde başladılar.

Kapitalizm 2118 senesinde çökene kadar bu okul paralarından sağlanan kârlar yerel vergiler, vakıf ve şirketlerin yatırım rezervleri ayrıldıktan sonra tamamı ile Türkiye Cumhuriyeti hazinesine aktarıldı. Türkiye‘nin bu gelirinin yanında tarım ve teknoloji ihracatından sağladığı geliri vardı. Okul gelirlerini Türkiye yurt dışında serbest piyasalarda ve borsalarda dolaysız ve dolaylı, binlerce katılım ve üretim şirketlerinle yatırımlar için kullandı.

Takvimler 2073’ü göstermeye başlayınca Türkiye’nin dünyada kurduğu, ortak ve çoğunluk hisse sahibi olduğu şirket ve kurum sayısı ve yatırım hacmi Vatikan yatırımlarını kat kat geçmişti. İstisnasız her branş ve konuda, her küresel ve kıtasal boyutlarda ticaret ve üretim yapan kurum kalmamıştı. Hepsinin her yönetim ve üretim bölümüne Türk yöneticiler, teknisyen ve eğitmenler yerleştirilmişti. 2073’te dünya nüfusu 12 milyarı yeni geçmişti.

Türkçeyi ana dili kalitesinde konuşan insan sayısı 7,86 milyardı. Türkiye’nin katılımcı olduğu şirket ve kurumlardaki istihdam sayısı 9 milyarın üstündeydi. Öyle bir duruma gelindi ki, dünyada her siyasi veya ekonomik karardan önce Türkiye’nin ve Türk kurumlarının görüşü ve onayı alınmadan hiçbir şey yapılamıyordu.

Türkiye bu vasfını hiçbir zaman suiistimal etmedi ve bu konuma ulaşana kadar bir kere bile silah kullanmadı. Konular her zaman bilgi, analiz, istişare ve para ile çözümlendi. Beş senede bir yapılan halk anketlerinde, Türk okul ve şirketleri bulunan devletlerde halkın mutluluk oranı diğer ülkelerden daha yüksek olduğu sabit bir veri haline geldi.

Vakfımızın ismindeki KDV’nin yukarıda söylediğim açılımın haricinde diğer bir anlamı daha var: Türkiye Cumhuriyeti okul ve enstitü kurduğu her devlete Katma Değer Veriyor. Bu açılım 2060 senesinde küresel çalışan bir reklam şirketi tarafından keşfedildi ve sonra o kadar popüler oldu ki, insanların temel ilkesi haline geldi. Herkes yaşamında kendisine, toplumuna, doğaya ve devletine Katma Değer Vermek için çaba gösteriyor.

ABD de 8 bin okul ve enstitümüz var. Bu okullar 400 şirket ve vakıflar tarafindan işletiliyor. TC – KDV Chicago bu 400 şirket ve vakıfların ana hissedarı ve sermaye sahibi. Ben 24 sene 3 ayrı okul ve enstitüde öğretmen ve müdür olarak çalıştım. Chicago’nun güney batısında Springfield Farmingdale’deki köy okulunda senin profesörün Joseph Allbright 5 sene benim öğrencimdi.

̶̶ Dünya ne kadar küçükmüş dede, nerden nereye geldi konu. Konuyu dağıttığım için özür dilerim dedeciğim.

̶̶ Sorun değil evladım, soru sormasaydın ben merakından şüphe edecektim. Aklına gelen her soruyu soracaksın elbette.

̶̶ Normalde tabloyu tam görene kadar dinlemeyi tercih ederim, ama bu soru dün akşam kafamı kurcaladı. Mecburdum sormaya.

̶̶ Tamamdır! Şimdi konuyu tekrar devam ediyorum:

Murad Ermiş’in kurduğu enerji santralı numune çiftliğine ve çevresindeki insanlara büyük hizmetler sağlar. Çiftlikteki telefon ve telgraf Dünya savaşında İstanbul, saray ordu, cephe iletişiminde yoğun bir şekilde kullanılır. Murad kurduğu sistemi ilerleyen yıllarda imkânların elverdiği kadar geliştirir. Bina dışında kalan boru hatları kışın soğuklarından fazla etkilendiği ve ısı kaybına uğradığını fark eder. Bu ısı kaybını önlemek için boruların çevresi hasırla kaplanır ve taş duvar kanallar yapılır. Seneler ilerler “Harb-i Umumiye 11 Kasım 1918’de, Almanya ve Osmanlının mağlubiyeti ile biter. İtilaf Devletleri’yle tek tek İttifak Devletleri arasında yapılan mütarekelerle çatışmalar resmî olarak sonlandırılmıştır. Bu mütarekeler, Bulgaristan ile 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Ateşkes Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Antlaşması ve Almanya ile 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması’dır.”[2]

Murad Ermiş tarihimizdeki nice bilgili ve başarılı insanlardan sadece bir tanesidir. Anadolu topraklarındaki köylerimizden yüzlerce, binlerce mühendisler, mimarlar, tabipler, bilim insanları, yazarlar ve sanatçılar çıkmıştır.

Anadolu dehaları

Prof.Dr. Hüseyin Yılmaz, çobanlıktan NASAya uzanan hikayesi; Nedim Çakmak, “Sığırlar Aynı Yerde Otluyorlardı”; Diplomasız dahi Gaziantepli Mennan Usta’nın müthiş hayat hikayesi ; Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu, Doğaya tutkuyla bağlı keşiflere imza atan Türk kaşif; Türk yazılımcıları paylaşılamıyor ;
Slikon Vadisindeki 9 Türk Girişimci
; Dünya markalarına yön veren 45 Türk yönetici ; Türk Nobel ödülü alanlar Orhan Pamuk ve Aziz Sancar; Türk Nobel ödülü adayları Bu popüler isimler dışında Nobel’e aday gösterilen Türk bilim insanları da oldu. “Sıvı metal” teknolojisi üzerine çalışan Atakan Peker, kalp hastalıkları üzerine çalışan Gökhan Hotamışlıgil, gen tedavisi üzerine çalışmalarını sürdüren Bahri Karaçay ve mobil teknolojiler üzerine çalışan İlhan Akyıldız, Nobel adayı Türk bilim insanları listesine isimlerini yazdırmayı başardılar.
Kim Oldukları Asla Unutulmaması Gereken 11 Büyük Türk Bilim İnsanı
Kim Oldukları Asla Unutulmaması Gereken 11 Büyük Türk Bilim İnsanı (2)
Kim Oldukları Asla Unutulmaması Gereken 11 Büyük Türk Bilim İnsanı (3)
Kim Oldukları Asla Unutulmaması Gereken 11 Büyük Türk Bilim İnsanı (4)
Buluşlarıyla Tıp Bilimine Yön Veren, Dünyaca Ünlü 14 Türk Kadın Bilim İnsanı

Atatürk’ün Murad Ermiş ile ilk karşılaşması

Mustafa Kemal Atatürk 1919-1927 yılları arasında vuku bulan olayları 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi salonunda, Cumhuriyet Halk Partisinin açılış kongresinde milletvekillerine yaptığı altı günde tamamlanan ve 36,5 saat süren uzun konuşmasında anlatır. Kendi devrinin olağanüstü şartlarında yazdığı NUTUK metni ile birinci elden vesika değerine haiz olan ve Türk edebiyatında bir hitabet örneği teşkil eden temel eser bırakmıştır.

Mustafa Kemal Paşa Havza’da iken kendisine Ankara’dan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan gönderilen bir şifreli telgraf alır. Kuşkulandırıcı telgraftan dolayı Ali Fuat Paşayı Havza’ya çağırır. Ancak bazı zorlayıcı nedenler dolayısıyla, derhâl Havza’dan ayrılıp Amasya’ya gitmeye mecbur kalır. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya yönelir ve böylece 21-22 Haziranda Amasya’da Atatürk ile buluşur. Oradan sonra gelişen olayları Atatürk şöyle anlatır:


Sivas’a Hareket

“Ayın 25. günü, Sivas’ta aleyhimde bazı yakışıksız olaylar çıkmaya başladığını haber aldım. 25-26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey’i çağırdım ve “yarın sabah karanlıkta Amasya’dan güneye hareket edeceğiz”, dedim. Bu gidişin saklı tutularak hazırlık yapılması için emir verdim.

Bir yandan da 5. Tümen Komutanı ve kurmaylarımla, gizli olarak şu tedbiri kararlaştırdık: 5. Tümen Komutanı, tümeninin seçkin subay ve erlerinden oluşmuş, oldukça kuvvetli bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak süratle kuracaktı. Ben, 26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobille Tokat’a hareket edecektim. Birlik kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivas’a doğru sevk edilecek ve benimle bağlantı kurmaya çalışacaktı. Hareketimiz hiçbir yere telgrafla bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasya’da da açıklanmayacaktır.” …

“Ancak, şehrin önde gelenleri, halk ve askerle parlak bir karşılama töreni hazırlayabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; fakat hesapça benim Sivas şehri kapılarına kadar yaklaşmış olacağımı dikkate alarak; beni, şehrin girişine yakın olan Ziraat Numune Çiftliği‘nde bir süre dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa, karargâhımın sağlık başkanı olup, daha önce teşkilat kurmak üzere Sivas’a göndermiş olduğum Tali Bey’i çağırtarak, bu işin yerine getirilmesini ondan rica etmiş ve gerekli hazırlıkları yapar yapmaz kendisinin de bize katılacağını söylemiş.

Gerçekten de tam Numune Çiftliği yakınlarında, karşımıza çıkan bir otomobilin içinde, Tali Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftliğin avlusunda oturduk. Tali Bey, hikâye ettiğim durumu ayrıntılı olarak açıkladıktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak olduğunu söyleyince, hemen ayağa kalktım: “Çabuk otomobillere ve Sivas’a!” dedim.“[3]

Atatürk’ün burada anlatmadığı bir detay daha vardır. Çiftliğin avlusunda Tali Bey ile otururken Atatürk, çiftlik binasının çatısındaki 9 çanağı görür ve yanlarında duran çiftlik müdürü Murad Ermiş’e onların ne işe yaradığını sorar. Murad, onlarla elektrik ürettiğini söyler. Bunu duyduktan sonra, Atatürk’ün aklında onlarca sorular oluşur. Ancak aynı zamanda, Sivas’daki olaylara yetişme telaşında olan Atatürk Murad’a, en kısa zamanda tekrar yanına geleceğini bildirerek Sivas’a doğru yola çıkar.

Not: Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (4) yazımı, yakında Gündem Arşivi’ne aktaracağım.

Nizamettin Karadaş

Not: Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (1) yazımı okumak için buradan ulaşabilirsiniz.
Her Şey Bir Büyüteçle Başladı (2) yazımı okumak için buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynaklar:

[1] Ingilizce Tercüme Amerika’daki Türk Derneklerinin Merkezi ATAA dan alıntıdır. https://www.ataa.org/press-releases/ataa-remembers-mustafa-kemal-ataturk-1881-1938

[2] Wikipedia I. Dünya Savaşı

[3] Mustafa Kemal Atatürk, NUTUK, “Sivas’a Hareket”, S. 35, 36,37, BERIKAN YAYINLARI, Mayıs2007 PDF

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!